6 Ağustos 2014 Çarşamba

Yeni Yazarla Buzları Kırma Yazısı

Selamlar, Cem ve Engin beni bloga davet ettiklerinde, aklımdan geçen, uzun süre hiçbir şey yazamayacağım; yazdığımdaysa konunun hiçbir şey yazamamam olacağıydı. Ki kısmen doğru. Daveti kabul ettiğimden beri tek kelime yazmadım, ne kağıda ne internete. Ne var ki, sevgili hayali okurlar, durum farklı. Ben bugün bir film izledim. Filmden çıktığımda kafamda başkalarıyla paylaşmak istediğim yığınla düşünce vardı ve ilginç bir şekilde aklıma, bunu Kim Olacak Boyacı'ya  yazmak geldi. İlginç çünkü bu tarz insanı düşünmeye iten durumlar sonrası genelde en yakınımdakiyle konuşur, bir daha dönüp bakmamak üzere kapatırdım konuyu.

Baştan belirtmem gerek amacım film incelemesi yapmak da değil, bu konuda da kendimi yetkin görmüyorum ve gerek de duymuyorum. Yalnızca, filmin kafamda canlandırdıklarını paylaşmak istiyorum. Olmayan bir kitleye niye kendimi bu kadar açıkladım bilmiyorum, ilk yazıdan diye zannediyorum.

Filmin adı "Binlerce kez iyi geceler/Tusen ganger god natt". Arkadaşlarımı davet ettiğimde veya anneme söylediğimde yaptığım gibi, buraya yazarken de ismi Google'lamak zorunda kaldım. Ya ben filme, konusunu önemsemeden sırf açık hava sineması olduğu için gittiğimden böyle; ya da akılda kalıcılık açısından kötü bir tercih. Filmin olayı ise, savaş fotoğrafçısı olan bir kadının ailesi ve işi arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılması. Bırakılması çünkü kadının başta böyle bir derdi yok. Zamanı geldikçe işini yapıyor, Afganistan'a, Kongo'ya gidiyor; eve döndüğünde de ailesiyle hasret gideriyor. Tercihe zorlayan ise, onunla savaş fotoğrafçısı olduğu halde beraber olmayı seçmiş, Jaime Lannister'ın oynadığı kocası. Şimdi, eğer film bir kadın savaş fotoğrafçısı yerine bir erkek savaş fotoğrafçısı - ya da toplumun kafasında olduğu gibi sadece savaş fotoğrafçısı - hakkında olsaydı, filmin izlenmeye değer hiçbir draması kalmazdı çünkü toplum - ki film İrlanda/İsveç/Norveç ortak yapımı, yani şark ataerkilliğiyle uzaktan yakından alakası yok  -  uzun süre iş seyahatine çıkmış, dışarıda olan erkeklere alışkın.  Kadın, yirmi birinci yüzyılın gerektirdikleri sayesinde, şanslıysa günün belirli bir kısmını alakalı olduğu bir işle uğraşarak, geri kalanını da içeride, güvende geçirmeli. İşin idealize olması, hayatında belirlenmişten fazla yer kaplaması, kadını hayatın diğer unsurlarından alıkoyar. Erkeği alıkoymaz. Bu yüzden,  statüko, ne kadar farklı olursa olsun kadınların hayatını trajedileştiriyor. Ben bu filmle kazanılmış fakat doğuştan gelen hakların, kadını geçmiştekinden apayrı bir çelişkiye sürüklediğini fark ettim.   Bilineni tekrarladığımın farkındayım filmin de belki vermeye çalıştığı mesaj buydu ama filmin değindiği onca toplumsal sorun arasında bam telime basan bu oldu. Bana en çözülebilir geldiği için olsa gerek. Peki çözüm ne?

Standart entel muhabbeti yapıp, filmden, kitaplardan durumlar bulmak yerine etrafı incelemem gerektiğini düşünüyorum. Beş kız kardeşiyle beraber annem, benim için her zaman iyi bir örnek uzayı oldu. Bu bağlamda onlara baktığımdaysa, hepsinin aile kurmak adına bir zaman, bir yerde kişiliklerinden karşı tarafa nazaran ciddi boyutlarda ödün verdiklerini gördüm. Yaptıkları iş de, ailenin, evin, içerinin yanında her zaman ikincil durumda. Ailenin iyiliği  ve devamlılığı dışında idealleri, hayalleri yok fakat bu neden mi sonuç mu bilmiyorum. Yani, altı kız kardeşin de kişilikleri gereği mi böyle yaşadıklarını; yoksa toplumsal algının mı bunu onlara dayattığını bilmiyorum. Sadece, onlar gibi olmak istemediğimi biliyorum, bu yüzden yaptıkları gözle görülebilir hataları -doğurma içgüdüsüne, toplumsal baskıya, yalnızlık korkusuna kulak verme- yapmamayı hedefliyorum. Kendime bir ideal bulmak hayatım boyunca takıntım oldu, bu konuda sıkıntı yaşayacağımı sanmıyorum.

Konunun hedefinden saptığını hissediyorum. Filmden geriye kalan daha çok şey var ama bunu sakin bir kafayla üzerinden zaman geçtikten sonra yazmalıyım. Bu yazıyı bitirmek için bir bahane mi, yoksa cidden böyle mi düşünüyorum, çözmek size kalmış okurlar. Gözlemlediğiniz üzere, uzun, bol açıklamalı, dağınık ve yüksek ihtimal düşük cümlelerimle hoşgeldim. Umarım devamlı olurum.

Adios,

Ezgi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder